Haziran 27, 2009

fallen

yalnızca, daha çok erken belki ama, çok acı verdiğini söylemek istedim. yanlış anlaşılmış olmak koyan, çorap söküğü gibi gelmesi gerisinin de. bu kadar zayıf olduğunu, bu kadar zayıf olduğumu böyle öğrenmek.. oysa böyle değildim ben, böyle olmamalıydım; annemin en büyük düşüydüm ben oysa (diğerlerinin benden küçük olduklarını göz önünde bulundurursak burda iğrenç bir kelime oyunu da vardır, konumuz bu değil ama, en azından şimdilik). ağlayacak değilim, bu üzülmediğim anlamına gelmez elbette ama bunun yalnızca bir bakış açısı olduğunu da bilmelisin: uçurumun dibindeysen, dünyanın sonu başının üzerindeki sonsuzluktur. buna alışkın sayılırım, biliyorsun, ama bilmediğin şey, bu sefer çok daha zor olduğu. buna inanmak istemeyebilirsin, bu senin elinde ne de olsa, gerçek bu ama. bu sefer daha zor oldu. bu sefer daha zor oluyor.

sanırım tahmin etmiştim buraya varacağını. kimse istemez elbette böyle olmasını, sanılanın aksine, sapık biri sayılmam. bilmiyorum, daha fazla uzatamayacağım. şu anda nasıl bi halde olduğumu anlarsın sanırım az buçuk, açıkçası bu kadar yazabileceğimi ben de tahmin etmiyordum. evet. eh.. sanırım bu kadar.

son olarak; bekleyeceğimi bilmeni isterim. bazen çok sabırlı olabiliyorum; ve bazen, bunu gerçekten istediğim için yapıyorum. bu da küçük mucizelerden biri sanırım. neyse. bekleyeceğim. içimde bir yerde, benden daha zeki biri bu kadarla kalmayacağını söylüyor. çoğu zaman onu duymuyorum, inanmayacaksın belki ama, bugün sen geldikten sonra da onu dinlemedim. gözüm dönmüştü yine, duyamadım sesini. bunun pişmanlığını çekeceğim sanırım. bu sefer dinleyeceğim ama. galiba bir mucize daha bekleyeceğim.

Haziran 14, 2009

bağımsız! bağımsız dedim!

http://www.ludomancy.com/games/today.php?lang=en

bu oyunu oynayın. gerçekten. hakkında onlarca cümle yazılabilecek bir oyun (ki yazmışlar, edgeonline.com'a girip bakabilirsin. evet sen.); ama anlatmak istediklerini, oyunla etkileşime geçtikçe değişen hikayesi, atmosferini, müziğini, kısacası herşeyini kendiniz keşfetmelisiniz arkadaşlar.. biraz da ingilizceniz varsa, gerçekten tadından yenmiyor (yoksa da açın bi sözlük, bakıverin anlamlarına bilmediklerinizin, değecektir). uzun zamandır ilk defa bu kadar kısa bir flash oyunu beni bu kadar etkilemişti.

Daniel Benmergui tarafından geliştirilen oyunu oynadıktan sonra tıklayın 'go here' yazan yere, indirip oynayın diğer oyunlarını da. bağımsız yapımcıların neler yapabileceğini, para kazanma şartı olmaksızın ortaya çıkan fikirleri keşfedin. açıkçası bağımsız oyun dünyası bu şekilde geliştikçe, insanların eğlenmek için oynadıkları 'oyun'ları yapan şirketlerin aptal satış politikalarının, saçma sapan kopya koruma önlemlerinin ve insanı oyunlardan soğutan gereksizliklerinin hayatımızdan bir anda çıkıp gideceğini öngörmek zor değil (kızdım bak yine).

Haziran 13, 2009

null

düz cümleler ve sade kelimelerle
dolambaçlar uzak olsun,
senin kadar en az,
ve bilmesin kimse
öyle demek istemediğimi,
yanılmış olabilirim
belki bir gölgeydi dikkatimi dağıtan,
belki bir ışık, kaynağı belirsiz ama.
ama,
şimdi,
burada,
kafam yerinde.
ve düz bir cümle var aklımda

özledim.

Haziran 05, 2009

senin korkularını benim inceliğimi

Ayrılık ne biliyor musun?
Ne araya yolların girmesi,
ne kapanan kapılar,
ne yıldız kayması gecede,
ne ceplerde tren tarifesi,
ne de turna katarı gökte.

İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!

İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,
birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine.
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken,
duvarlara dalıp dalıp gitmesi.

Türküsünü söyleyecek kimsesi kalmamak ayrılık.
Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin.
Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun.
Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya.
İki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı,
hüznün arması ayrılık.

O küçük ölüm!

Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.

Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı.
Ben bulutları gösterirken,
“bulmacanın beş harfli yemek sorusuna” yanıt aramanla halkalanmış,
“Aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı”
türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş,
Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip,
“bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı? ”
diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan.

Şimdi anlıyor musun gidişinin neden ayrılık olmadığını,
bir yaprağın düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu.
Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını.
Boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında….

Ne mi yapacağım bundan sonra?

Ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce.
Şiir yazmayacağım bir süre,
Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye.
Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim.
Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim.
Falcı kadınlara inanmayacağım artık.
Trafik polislerine adres sormayacağım,
Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye….

Ne yapacağımı sanıyorsun ki?

Tenin tenime bu kadar sinmişken,
ömrüm azala azala önümden akarken,
gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken..
Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime,
bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım.

Şükrü Erbaş

Haziran 03, 2009

üç

omuzların çökmüş. çok mu ağır yükün?

bu kaçıncı bağbozumu? kaçıncı zamansız hasat? bağıra bağıra şarkı söylemek istiyorsun, boğazını yırtarcasına bağırmak, karşına alıp, her fırça darbesiyle şeklinin değişmesi gibi yüzün kadar beyaz bir tuvalin, vurmak istiyorsun bütün günahları dışına. bütün zorluklar bıraksın istiyorsun yakanı, böyle olmaz ama. böyle olmadı ki hiç.. renkler buradadır, oyundur bütün bunlar, görürsen, bilirsen.. babanın yüzünü hatırlamalısın ama önce -solucan-, çevrim o zaman başlar.

toprağın altının üstünden daha soğuk olduğunu kim söylüyor? kim inkar ediyor yalanları? kim başlatıyor savaşları? neden böyle olduğunu sen bulmalısın, yer titremeli her yeni cümleyle, sesler titremeli, ışıklar titremeli. aşkın son parçası kayıp bir bulmacadır belki de, tamamlanınca dünyayı değiştiren, bilemezsin. bilemezsin ne yaptığını, ama düşünmek değildir bunun çaresi, düşünmek çözmez. umut etmelisin, başını öne eğip, çok zor da olsa, çok ağır da olsa yükün, boynunda yüzükle hüküm dağına tırmanan buçukluk gibi, bir ayağının önüne diğerini atmak için zorlamalısın kendini. bulduğunda göreceksin, değecek.

dağları aşmak zorunda kalabilirsin, daha da zoru, vazgeçmen gerekebilir. kalbindeyken bir zamanlar, düştüyse artık aşağı, ayaklarına bağ olmaya başladıysa artık.. bırak. yürümeni engellememeli, artık zorsa, kolaylaştırabilirsin, halin varken hâlâ. bazen tek yol budur, naparsın, kanına dolan zehiri atmalısındır çok terlesen de.

hep böyle olmaz. okuduysan eğer daha önce, hep böyle olmadığını bilmelisin. söylenenlerde doğruluk payı var, ama bunu ben anlatamam sana, biliyorsundur aslında. ama, her şeyin sonunda, değdiğini söyleyebilirim. 'o'nu bulduğunda üstündesindir her şeyin, şelalede akıntıyla sürüklenirken boşluğa doğru, tutunacak kuru bir dal bulmuşsundur. nefes alırsın. dinlenirsin. yükünü indirirsin omuzlarından.

bunu gördüm.

...

burada, bunun gibi, yaptığım bazı numaraları kendi üstümde deniyorum. kendi varlığımın tam ortasında konuşmaktayım, 'burada ben derken kendimden söz etmediğimi düşünürseniz yanılırsınız', karmaşık ve flu bir zihinden gelen algı zincirleridir bunlar, ve, virgülden sonra 've' gelmez kuralı olmadan, benim olmayan bir sesle, ardı ardına gelen 'string'lerle görüyorsunuz beni. bu arada bir perdeymiş gibi gelebilir, ama aksine, karanlığıma tutulmuş bir spot lambasıdır; burada, kendi kendime, yaratmak değil de, şekillendirdiğim mucizelere şahit olmaktasınız.

ve artık, bir mucize daha var..

İzleyiciler

bu da benim. valla.

ta kendim:

paylaşabilirsin de

Bookmark and Share