Ağustos 16, 2009

belki

gecenin bu saati için çok fazla gürültü vardı. dışarıdan homurtuyla gürültü arası sesler geliyordu, arada mekanik ve tekdüze bir bipleme de eşlik ediyordu bu saçma karışıma. yine dışarıdan, ama daha içerden en-fazla-bu-kadar-yüksek-sesle-konuşabiliriz tonunda kadın sesleri geliyordu, biri genç, diğeri yaşlı gibi. asıl orkestra daha içerdeydi ama. bir mağara duvarındaki resimler gibi net sesler geliyordu kulağına; kimi geçmişe, kimi nispeten daha yakın bir geçmişe ait.

ağır bir şeydi bu, daha sonraları bu 'şey' bir 'yük'e dönüşecekti. her şey bir şeye bağlanacaktı, her atılan taş aynı camı kıracak, her yabancı aynı şeye sebep olacaktı. umursamaz tavırlar, tahammülsüz bir zihin, ağızdan düşüncesizce çıkan cümleler, ve nihayet, inanmakla inanmamak arasında kaybolacaktı gülüşler.

yarın en yalancı kavramdı. daha gelmeden bütün kinin hedefi, bütün felaketlerin evsahibesiydi. yarında umut yoktu, yarında aidiyet yoktu; yarında 'son' vardı, kayan cast yazısı vardı, her nerede yaşanmış ve yaşatılmışsa bitecek, perde kapanacaktı. yarın, daha yokken yok edilmişti itikatsız bir dille; yarın, daha olmadan olamaz diye etiketlenmişti. karanlığa gebeydi yarın, umutların katili, hayalbozan bir şeydi. yarın bizi uzağa savurmayacak, isimlerimizi bilmeyecek birileri bile olmayacaktı. -se -sa ile biten kelimeler korktu doğmaya, başlarını uzatmaya çekindiler gün ışığına. çünkü 'yapamam' vardı orada, 'olamam' kesilen başları geçirmek için mızraklar tutuyordu elinde, 'bilmiyorum' bile yaşayamadı aralarında. biliyordun çünkü, bugünü bile tam yaşayamamışken, emindin sen yarının ol(a)mayacağından, inanmak, beklemek zor geldi sana. zuldü bundan bahsetmek bile; dün geçip gitmiş, yarın meçhulden kalkmamış bir gemiyken daha, bugünü bozdurup bozdurup harcadık yerin dibine batası bir açlıkla.

olması gerektiği gibi değil, olduğu gibi yaşayamaz mıydın?

işte şimdi, zihnimde shuffle halinde yankılanan inançtan yoksun hayallerle duruyorum bu gürültünün ortasında. olması gerektiği için değil, olduğu için. düşündüğünün aksine çocukça değildi tüm düşünceler, yarının ne getireceğini bilmeden, 'eğer' diye başlayarak dillenmişti gözlerim. ağlarken sen, yan odadan gelen ve yine yarını bilmeden söylenenlerden incinerek, ve yapmadığın şeyleri savunurken bana, seni ağlatanın ben değil biz olduğunu söyleyemedim sana. güçsüzlüğünü inanmayarak perçinlerken sen, biz, ben ve yarınlarım, el sallayacağız sana hangimiz nerede olursak olalım. o gün, 'olabilirmiş' dediğini duymak isterdim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

şu boş kutuya yazıyosun bi diyeceğin varsa.

İzleyiciler

bu da benim. valla.

ta kendim:

paylaşabilirsin de

Bookmark and Share