Ekim 13, 2009

ekim

yaklaşık yarım saat vardı. yarım saat sonra, sayısını unuttuğu günlerden sonra tekrar görecekti onu. içinde tarif edemediği bir his vardı. aklı ağzına kadar dolu bir bavul gibiydi; fırlayan düşüncelerini bastırmakta git gide daha çok zorlanıyordu.

kaba, sessizliği bir bıçak gibi yırtan ve martıları ürküten bir çığlıkla kırıldı düşüncelerinin zinciri. ayakları ondan habersiz iskeleye getirmişti bedenini, ayrılmak üzere olan vapur kendisini uyarıyordu sanki. adımlarını sıklaştırdı, paltosunun eteklerini savurarak iskeleden ayrılmakta olan vapura yetişti. tam oturacağı sırada telefonu çaldı. 'geldim.' diyordu bir yeni mesaj. 'erkencisin' diye düşündü, iki dakika sonra iletildi raporu gelen mesaja ise 'on dakikaya ordayım.' yazmıştı.başını kaldırıp yavaş yavaş turuncudan sarıya dönmekte olan güneşe baktı. denizde ışıktan bir şerit oluşmuştu, ucu sarayın önünde gözden kayboluyordu. son mantıklı düşüncesi ışığın üzerinde yürümenin nasıl bir his olacağıydı.

---

'geciktin.' dedi. hafif bir makyaj yapmıştı; yanaklarını ortaya çıkaracak kadar allık, dudaklarını daha da güzelleştirecek kadar parlatıcı. saçlarını salmıştı. üzeride mavi, pamuklu kumaştan bir elbise ve ince bir hırka vardı. dizlerine kadar inen elbisenin altındaki bacakları çıplaktı. bu puslu havaya uygun bir kıyafet seçimi değildi. üşüyecekti.
'yalnızca beş dakika.' dedi. 'bence sen oldukça erken geldin.'
'bir kez olsun laf dokundurmadan cevap veremez misin?'
'sanırım.'
'artık konuşmayı kesip yürüyemez miyiz?'in tek kelimeye sıkıştırılmış şekliydi bu cevap. ellerini paltosunun cebine sokup yürümeye başladı. kısa bir duraklamadan sonra o da arkasından gelmeye başlamıştı. ellerini beline dolamıştı; üşüyordu.

---

banklar ıslaktı. nispeten kuru bir yer bulana kadar uzunca bir süre boyunca yürüdüler. sonunda oturduklarında solukları her zamankinden daha fazla buharlaşıyordu. yine peş peşe sıralanmaya başlamıştı heyecanlar. bir bacağını diğerinin üstüne attı. hava fazlasıyla elektrikliydi. yanında, hâlâ kolları birbirinin üstüne kenetlenmiş dururken onun da kendisi kadar tedirgin olduğunu hissedebiliyordu. önce onun konuşmasını bekleyecekti; buraya bunun için gelmişlerdi, ekimin bu soğuk ikinci perşembe sabahı, ne sevgililerin ne de peşlerinde koşan çiçekçilerin olmadığı bu parkta, sararıp düşmüş yaprakların ortasında bu hafif nemli bankta konuşmak için oturuyorlardı. önce onun konuşmasını bekleyecekti.
'nasılsın?' dedi. pek şaşırtıcı bir başlangıç sayılmazdı.
'iyi gibiyim,' dedi erkek. 'başım ağrıyor biraz. sen?'
'iyiyim.' dedi hemen. sandığından daha heyecanlıydı. 'neden geldiğimizi merak ediyor musun?'
başını hafifçe yana çevirdi, 40 dakika kadar önce buluşmalarından beri ikinci defa gözlerinin içine bakıyordu. 'evet.' dedi.
'gülme ama, ben de bilmiyorum.' dedi. 'görüşelim mi dedikten sonra farkına vardım söylediğim şeyin. açıkçası kabul edeceğini de ummuyordum.'
son cümleyi duymamış gibi davrandı. 'eh, burada olduğumuza göre az çok bir fikir oluşmuştur herhalde kafanda.'
'bilmiyorum. belki de kötü bir fikirdi.'
'olabilir.'
'bu kadar mı?'
'ne söylememi bekliyorsun? konuşmak isteyen sendin, ben de haklı olarak söyleyeceklerin olduğunu düşündüm.'
'ben yok demedim ki.'
'söyle o halde?'

pes etmişti. genellikle böyle olurdu.
'hava çok soğuk.'
'ince giyinmişsin.'
'sabah sıcak olacak gibiydi. yine de neden bu kadar ince giyindim bilmiyorum.'
'söyleyeceklerini söyle de daha fazla üşümeden gidelim.'
'bu kadar kötü davranmak zorunda mısın?'
'hayır, değilim. ama diğer türlüsü daha zor geliyor. bunun sorumlusu da sadece ben değilim.'
'evet, yine başlıyoruz..'
'peki, özür dilerim. dinliyorum.'
'uzak durmalıyım. uzak durmalıyız.'
'bu çözüm olacak mı?'
'olmalı. başka bir yol bilmiyorum.'
'açılmasına izin ver o zaman. belki daha rahat ve güvenli bir yol vardır.'
'bu kadar güçlü değilim.'
'ama olmalısın. yoksa daha çok düşeceksin. daha çok düşeceğim.'
'uzak durmalıyım.'
'bu şart değil.'
'üşüyorum.'

üşüyordu. hayır, üşümek değildi bu, resmen donuyordu. bacaklarını sımsıkı birbirine bastırmıştı, dizlerinin birbirine dayadığı kısımları bembeyazdı, geri kalan kısmı soğuktan kızarmıştı. donuyordu.

dayanamadı, paltosunun düğmelerini açıp sağ kolunu paltodan çıkardı, açılan kısmı onun omzuna örttü. hemen yanaşmıştı, göğsüne dayanan kollarının titrediğini elbiselerin altından bile hissedebiliyordu. paltonun içinde iki kişiydiler şimdi, başı omzunun hizasındaydı. kolunu omzuna atmıştı. başı omzunun üstünde hareketlendi, dudaklarını kulağına yaklaştırdı.

'en fazla bu kadar uzaklaşabiliyorum.' dedi...



E.
G. için

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

şu boş kutuya yazıyosun bi diyeceğin varsa.

İzleyiciler

bu da benim. valla.

ta kendim:

paylaşabilirsin de

Bookmark and Share