Temmuz 22, 2009

dört

bir fotoğraf çek şimdi.

güneş batarken. ortalık hafif kararmış, batan güneş bulutları pastel bir turuncuya boyamış, arabaların ve yoldan geçenlerin gölgeleri uzamış olsun. ılık bir esintiyle hafif bir koku çarpsın burnuna, biraz parfüm, biraz ter, biraz yaz sıcağı, biraz aşk koksun. sabahki yağmurdan sonra toprak suya doymuş olsun, bir yaz gününde ne kadar olabilirse. balkonlar yavaş yavaş kalabalıklaşıyor olsun, bir tanesinde, evin kızıyla annesi sofrayı kuruyor, baba ise yorgun argın işten gelmiş, kanepede uyukluyor görünsün. kadın sesleri çocuk çığlıklarına karışsın, bir eskici, arabasının sol arka tekerleği gıcırdayarak geçsin sokaktan, ne dediği anlaşılmasın yine. akşam sefaları uyansın, sokak lambaları, köşe başındaki bozuk olan hariç yansın, evlerde akşam haberleri açılmış olsun televizyonlarda, karpuzlar kesilip buz dolaplarına konsun - güneş battı çünkü-, babalar uyansın, bir tanesi balkona çıkıp oğluna seslensin. top peşinde koşan çocuk irkilsin, topu koltuğunun altına alıp kafasını kaldırsın korkuyla, babası yine kızacak diye. ama babası kızmasın, yalnızca 'akşam oldu, hadi artık eve.' desin. çocuk rahatlasın, tam o anda hınzır arkadaşlarından biri koltuğunun altındaki topa vurup düşürsün, sonra başka bir çocuğa paslasın, çocuklar yine koşmaya başlasınlar topun peşinde. çocuk kızsın, topu geri istesin. bunun gibi şeyler için yaygara koparan çocuklardan olmadı aslında hiçbir zaman, hani şu 'top benim değil mi olm, ister oynatırım ister oynatmam' diyenlerden. ama korkuyor babasından, bir önceki topunu, yine böyle bir akşam eve çıkarken oynasınlar diye arkadaşlarına bırakıp bir daha göremediği topunu, kaybetti diye ne çok kızmıştı babası. kulağını çekmiş ve bağırmıştı 'bir daha kaybedersen top falan yok sana' diye. o yüzden geri istesin topu, zor da olsa alsın ellerinden, eve doğru koşmaya başlasın.

bir resim yap şimdi.

elinde top, pancar gibi suratıyla eve koşan çocuğun fotoğrafını koy önüne. canlansın bütün sokak gözlerinin önünde, hepsini gör sanki karşındaymış gibi, anlatıldığı gibi. yalnızca çocuk farklı olsun, yani, aynı çocuk ama eve koşmuyor, kolunun altında topu, eksik dişiyle gülüyor olsun sana. saçları karışmış, yüzünde kirler var, burnunun üstünde biraz, sağ şakağında ve yanağında, biraz da çenesinde. gözleri buz mavisi ve büyük, kaşları uzun, dingin ama etkili bakışları var. sert bir çehresi var, hafif uzun bir yüz, düzgün bir burun, pek de biçimli olmayan büyükçe bir ağız. üstünde sarı bir tişört var, bir beden büyük sanki, altında şort. dizleri kanamış, top oynarken düşmüş olmalı. yaşına göre büyük bir kalbi var bu çocuğun, pek kavga etmiyor ama kızınca da gözü dönüyor, bıraksan kendi haline süt liman. merhametli bir kalp onunkisi, aklı karışık sürekli, sesler konuşuyor kendisiyle kafasının içinde. biraz korku biraz da heyecan duyuyor bundan, kendi sesi mi yoksa bir başkası mı konuşan ayırtına varamıyor çocuk aklıyla. büyük bir kalbi var bu çocuğun, sevince içten seviyor, gülünce küçük dişleri görünüyor. daha küçük, 8-10 yaşlarında, ama şimdiden büyük düşünceler sarmış ufkunu. çok düşünecek ilerde, sevince çok sevecek, bu yüzden üzülecek bile, küçük de olsalar kovalayacak hayallerini. elleri kanayacak bu çocuğun, umutları dikenli olacak çoğu zaman, tutmak isteyince ısıracaklar ellerini. düşleri ağır olacak, omuzları çökecek biraz.

bir hikaye yaz şimdi.

çok uzun olmasın, sıkılmasın okuyanlar. fotoğraflarda koşan, resimlerde durup gülümseyen çocuğu anlat. umuda dair bir hikaye olsun bu. büyürken zorlanan bir çocuğu görsünler, hiç büyümeyecek mi diye düşünsünler belki. ama, aslında büyüsün o çocuk, kafasını kaldırınca her düşüşünün arkasından, o çocuk görünsün gözlerinde, pes etmesin hiç, yine gülsün yüzünde kirler, buz mavisi gözleriyle. yine dingin, yine sert baksın o gözler, 'hayır' desin, 'daha gidecek yol var.' kanarsa kanasın dizleri, büyük bir kalbi var o çocuğun, ve büyüyecek güzel günleri...


E. için

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

şu boş kutuya yazıyosun bi diyeceğin varsa.

İzleyiciler

bu da benim. valla.

ta kendim:

paylaşabilirsin de

Bookmark and Share