Eylül 09, 2009

gece

otobüsten inip arkadaşıyla telefonda konuşmasının üzerinden 9 dakika geçmişti. hızlı adımlarla iskeleye arkasını dönüp yürümeye başladı. arkadaşı gelene kadar bankaya gidip gelebileceğini düşünüyordu. aslında banka olduğu yere oldukça uzaktı, ama bu saatte, burada, tamamen yabancı olduğu ama bir süre sonra ister istemez alışacağını düşündüğü bu garip caddede yapacak daha iyi bir işi yoktu. ellerini cebine sokup yürümeye başladı. boynunu omuzlarının arasında çekmiş, kaşlarını çatmıştı. hafif bir yağmur vardı, damlalar tek tük saçlarına, yanaklarına, burnuna çarpıyor, gözlüğünün camlarında kavisli izler bırakıyordu. yanından geçtiği büfelerde birkaç gündür beklediği dergiyi arıyordu gözleri bir yandan da, ayın altısı gelmiş, geçmişti bile, çıkmış olmalıydı.

...

yavaş adımlarla iki gün önce oturdukları merdivenlerden inip ortasındaki topraktan bir ağacın çıktığı şu banklardan birine oturdu. oturmadan önce elleriyle oturacağı yeri silmeyi ihmal etmemişti, suyu çabucak emen ama kurutmakta bu kadar hevesli olmayan bir pantolon vardı bacaklarında. gözlerini pantolonundan kaldırınca kaldırımdan geçmekte olan insanları gördü. çoğu telefonla konuşuyordu. iki kişi dergi satmayan türden bir büfeden yiyecek birşeyler almışlar, taburelere oturmuş ellerindekini yiyorlardı. ne yediklerini merak etmedi. bakışlarını çevirince oldukça şişman görünen bir kadına takıldı gözleri. aynı anda kadın da ona bakınca utançla gözlerini kaçırdı, bu mesafeden ve bu karanlıkta göremeyeceğini düşünmeden (şimdi düşününce, neyi görecekti zaten?). kaldırımın orta yerinde eski bir çalar saat vardı, yalnızca boyutları evde yatağınızın başucuna koyduklarınızın (ya da bir zaman bir yerde mutlaka görmüş olduklarınızın) onlarca katıydı. akrep dokuzun üstünde, yelkovan da akrebin üstündeydi. arkadaşını aramasının üzerinden 16 dakika geçmiş olduğunu hesapladı. tekrar aradı. iki kere çaldıktan sonra açan arkadaşı 'dört dakika sonra oradayım' dedi ve bir şey söylemesine fırsat vermeden kapattı. telefonu cebine koyarken bıkkınlıkla gözlerini tekrar saate çevirdi. tam o anda, yelkovan 9'un üstünden kalktı, yavaş yavaş hareket ederek 9 ile 10'un arasındaki beş küçük çizgiden ilkine geçti.

büyülü bir andı. ilk defa yelkovanın hareket etmesine şahit olduğunu farketti şaşkınlığının arasında. aptalca bir tespitti ama gerçekti işte. anın büyüsü kadar gerçek. o anda, telefonla konuşan kimse olmadığını farketti kaldırımda, elinde şemsiyelerle '5 lira, şemsiyeler 5 lira!' diye bağıran satıcı ilk defa susmuş gibiydi, büfenin yanındaki taburelerde oturanlar gitmişlerdi, burnunun ucuna bir yağmur damlası daha düştü. o an bütün olup bitenin farkına varmıştı. büyülü bir andı. gerçekti. gözlerinden süzülen ama zihninin bütün o açıklığına rağmen yağmur sandığı yaşlar kadar gerçek.




E.
anlık bir aydınlanma anı anısına.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

şu boş kutuya yazıyosun bi diyeceğin varsa.

İzleyiciler

bu da benim. valla.

ta kendim:

paylaşabilirsin de

Bookmark and Share