Eylül 14, 2009

sun

bir çocuk var. küçük henüz, yavaş yavaş heceleri telaffuz etmeye başlamış, ama konuşmak sayılmaz yine de. konuşamıyor daha. 'neden?' demek için uzun yılları var önünde. bol bol ağlıyor ama onun yerine, düştüğünde ağlıyor, ağzını büzüyor neredeyse komik denebilecek bir şekilde, gözlerinden bir damla yaş akıyor. sonra başka bir şey görüyor, bir oyuncak, sol arka tekerleği çıkmış küçük bir araba belki, bir sandalye ya da. unutuyor neden ağladığını, ağladığını unutuyor hatta, koşarak -az önce düşüp yaraladığı ayağı sekiyor koşarken- gördüğü şeye gidiyor. ağlamayı unutuyor, bir mucize gerçekleştirdiğini bilmeden.

gördüğü şey bir sandalye. ahşap, oturacak yeri beyaz geri kalanı kahverengi, bildiğin tahta. alıp eline götürmeye başlıyor, nereye gittiğini kendi de bilmiyor. başka bir odaya varıyor, görmediği topraklar buralar ona göre, ne gizemler, ne hazineler gizli kimbilir. daha önce defalarca girmiş bu odaya, ama ilk defa görüyor yine de, başını kaldırınca pencereye kadar ufku, sonsuzluk pencereye kadar.

elindeki sandalyeyi hatırlıyor. alıp duvara dayıyor, üstüne tırmanıyor binbir güçlükle. lambanın düğmesini kestirdi gözüne, uzanıyor, erişemiyor. parmaklarının ucunda yükseliyor, az kaldı, garip sesler çıkarıyor ama dünya umrunda değil, yetişmek üzere, biraz daha uzanıyor, parmakları kırılacak neredeyse, uzanıyor... ve ışığı yakıyor....

..gözlerini çeviriyor. ışık yanıyor. vakit öğle üzeri. güneş dik değil de, biraz daha eğik vuruyor araba camlarına, asfalta, dik değil, eğik biraz her insan kadar. ışık yanıyor. ve bu çocuk, dışarıdaki güneşi değil, yaktığı o ışığı izliyor büyülenmiş bir halde. dışarıdaki milyarlarca kat daha büyük güneşi değil; uğruna bir odadan diğerine, ayağının kanadığını farketmeden taşıyarak getirdiği sandalyenin üzerine çıkıp yaktığı kendi güneşini izliyor. uğruna savaştığı ışığını izliyor. ve umursamıyor dışardaki güneşi. ne derece parlak olduğu önemli değil onun için. ne derece büyük olduğu, ne denli güzel olduğu umrunda bile değil. o kendi güneşine sahip, çabalayarak, didinerek, 'dünya için küçük, ama kendisi için büyük adımlar' atarak ulaştığı güneşini izliyor hayranlıkla. bir çığlık kopuyor ağzından, hayranlık dolu bir çığlık, ellerini deli gibi sallamaya başlıyor, ağzı kulaklarına varıyor, güzel siyah gözlerini açıyor iri iri. bu çocuk, daha güzel de olsa, daha büyük de olsa, şaka gibi kalsa da kendi güneşi diğerinin yanında, bizim güneşimize bakmıyor. ulaşamayacağı bir güneşte değil, inandığı, uğruna savaştığı kendi güneşinde gözü. gülenlere aldırmıyor, 'bu muydu uğruna bu kadar çabaladığın şey?' diyenleri dinlemiyor, 'yapamazsın' diyenleri duymuyor, 'düşeceksin' diyenleri görmüyor. bu çocuk kendi güneşine gidiyor.




E.
Güneşim'e

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

şu boş kutuya yazıyosun bi diyeceğin varsa.

İzleyiciler

bu da benim. valla.

ta kendim:

paylaşabilirsin de

Bookmark and Share